Hakimiyet ALLAH'INDIR .
  NAMAZ ÖĞRENİYORUM
 
Enes'in (r.a.) naklettiğine göre: Allah Resulü (a.s.): "Secdede itidal üzere bulununuz. Hiç biriniz de kolunu (secde esnasında) köpeğin ayaklarını yaydığı gibi yaymasın" buyurdu. Sahih-i Müslim Abdullah b. Malik b. Buhayne'nin (r.a.) anlattığına göre: Allah Resulü (a.s.) namazı kılarken koltuklarının aklığı görünecek derecede pazılarının arasını açardı. Sahih-i Müslim beni nasıl namaz kılarken gördü iseniz o şekilde namaz kılınız..Buhari Bu Hadisleri okuduktan sonra araştırdım Peygamberimiz nasıl namaz kılıyordu diye ve kadınlar için bir şekil sunulmuşmu diye ama kadınlarla alakalı hiç bir delil yok acık ve sahih bir hadis var sadece '' beni nasıl namaz kılarken gördü iseniz o şekilde namaz kılınız..Buhari'' ve bulduklarımı sizlerlede paylaşmak istedim işte peygamberimizin namaz' İşte sana Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kıbleye yönelişinden ve “Allahuekber” deyişinden selam verişine kadar kıldığı namazın seyri... Sanki sen ona görerek şahit olacaksın sonra kendin için dilediğini seçebilirsin: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namaza kalktığı, kıbleye yöneldiği ve namaz kılacağı yerde durduğu zaman ellerini ku­laklarının altına kaldırır parmaklarıyla kıbleye yönelir, onları açar ve “Allahuekber” derdi. Bundan önce: “Niyet ettim Allah rızası için filan vaktin farzını imam olarak kılmaya, döndüm kıbleye...” gibi sözler söylemezdi. Namazın başından sonuna ka­dar hiçbir yerinde buna dair tek bir kelime söylemezdi. Sahabileri namazda sakalının titremesine varıncaya kadar onun her hareketini ve şeklîni naklettiler, hatta bir defasında kızının kızını namazda sırtında taşımasını bile naklettiler, onu dahi ihmal et­mediler. Hal böyleyken öncekilerden sonrakilere kadar sahabilerin hepsi namaza girişin sembolü olan bu önemli şeyin naklini terkte nasıl birleştiler? Allah'a yemin olsun ki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den buna dair tek bir kelime sabit olsaydı, ona bu konuda ilk uyan ve uygulayan biz olurduk. Sonra sol elini sağ eliyle ve eklem yerinin üstünden tutar onun üzerine koyardı. Sonra onu göğsüne koyar ve şöyle derdi: “Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Allah'ım! Doğu ve batının arasını açtığın gibi beni günahlarımdan uzaklaştır. Al­lah'ım! Beyaz elbisenin kirden temizlenişi gibi beni günahlarım­dan temizle. Allah'ım beni günahlarımdan kar ile su ile ve dolu ile arındır.” “Yüzümü, hakka meylederek gökleri ve yeri yaratana çe­virdim. Ben müslümanım. O'na ortak koşanlardan değilim. Şüp­hesiz ki benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alem­lerin Rabbi olan Allah'a aiddir. O'nun ortağı yoktur. Bununla emrolundum ve ben müslümanlardanım. Allah'ım! melik sensin. Senden başka ilah yok. Sen Rabbimsin ve ben senin kul Nefsime zulmettim. Günahımı da itiraf ettim. Bütün günahla bağışla. Günahları senden başka bağışlayacak yoktur. Beni ah­lakın en güzeline eriştir. Onun en güzeline ancak sen eriştirirsin Kötü ahlakı benden uzaklaştır. Onu senden başka benden uzak­laştıracak kimse yoktur. Buyur Allah'ım buyur! Bütün iyilikler se­nin elindedir. Kötülük sana ulaşmaz. Biz seninle varız ve sana döneceğiz. Mübareksin, yücesin. Senden mağfiret diler ve sana tevbe ederim.” Fakat bunu sadece gece namazında okuduğu ifade edilmiştir. Bazan da şöyle derdi: “Allah büyüklükte en büyüktür (üç defa). Allah'a çokça hamd olsun (iki defa). Sabah ve akşam Allah'ı bütün noksanlık­lardan tenzih ederim.” Bazan şöyle derdi: “Allah büyüktür, Allah büyüktür. Senden başka ilah yok­tur. Senden başka ilah yoktur. Allah'a hamd ederek O'nu tüm noksanlıklardan tenzih ederim.” Sonra şöyle derdi: “Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım.” Bazan da şöyle dedi: “Kovulmuş şeytandan, kibirinden, yalanından ve vesvese­sinden Allah'a sığınırım.” Sonra Fatiha suresini okurdu. Şayet cehri (sesli) namaz olursa kıraatini onlara duyurur, besmeleyi duyurmazdı. Besme­leyi okuyup okumadığını en iyi Rabbi bilir. Kıraatini âyet âyet kesintili okur, “Rabbi'l-âlemin” der ve durur, sonra “er-Rahmani'r-Rahim”der ve durur. Sonra “maliki yevmi'd-din”der, yavaş yavaş ve tertil üzere okur, Rahman ve Rahim’in medlerini uygu­lar, “maliki yevmi'd-din”i elifli okurdu. Sureyi (Fatiha'yı) bitirdiği zaman sesli olarak ve sesini uzatarak “âmîn” derdi. Arkasın­dakiler de sesli olarak “âmîn” derlerdi, hatta sesten mescit titrer­di. Fatiha ile sure okuması arasında susar mıydı yoksa hepsi­nin okunmasından sonra mı susardı bu konuda ondan gelen rivayetler muhteliftir. Yunus el-Hasen'den, o da Semura'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Aklımda iki sekte yaptığı, yani iki yerde sustuğu kaldı. İmam tekbir aldığı zaman kıraate başlayın­caya kadar susmak, ikincisi Fatiha'yı ve sureyi bitirdiği zaman rükû esnasında susmak! Ubey b. Kab da onu tasdik etti. Yunus Eş'as el-Hamranî de el-Hasen’in şöyle dediğini rivayet ederek ona katılmıştır: Namaza başladığı zaman susmak ve kıraatin ta­mamını bitirdiği zaman susmak. Katade ise onlara muhalefet etmiş ve el-Hasen'den naklen şöyle demiştir: Semura İbn Cundub ile İmran İbn Husayn konuyu müzakere ettiler. Semura, Ra-sûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den aklında iki sekte kaldığını söyledi. Birisi tekbir aldığı zamanki susması, ikincisi gayri'l-mağdubi aleyhim vele'd-dallin'den sonraki susması. Semura bu bilgiyi muhafaza etmiş fakat İmran b. Husayn bunu kabul etmedi. Her ikisi birlikte bu konuyu Ubey İbn Kab'a yazdılar. Mektu­bunda Semura'nın aklında kalan şey vardı. Katade de el-Hasen ve Semura kanalından onların Rasûlullah'tan öğrendikleri iki sekte/susma yeri olduğunu söyledi: Namaza girdiği zaman ve kıraati bitirdiği zaman. Katade daha sonra şöyle dedi: “Gayril mağdubi aleyhim veleddallin” dediği zaman (susardı). De­mek ki namazda sadece iki tane sükût yeri vardır: Birincisi baş­lama sükûtu (iftitah tekbirinden hemen sonraki sükût), ikincisi hakkında ihtilaf edilmiştir. İkincisi Fatiha'dan sonradır diyen Katade'dir. Bunda Semura iki farklı şey söyledi. Bir defasında bu­nu söyledi. (Fatiha'dan sonra susulur dedi). Bir defasında da kı­raati bitirdikten sonra susulur, dedi. Yunus ve Eş'as ise kıraatin tamamının bitirilişinden sonra susulacağı konusunda ihtilaf et­mediler. Allah bilir ya tercihe en layık görüş bu sonuncudur. Özet olarak, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden ne sahih bir isnadla, ne de zayıf bir isnadla Fatiha'dan sonra arkasındaki cemaat de okuyuncaya kadar sükût ettiğine dair her­hangi bir şey nakledilmedi. Bu mahaldeki sükûtu hakkında gör­düğün gibi ihtilaflı bu hadisten başka bir rivayet yoktur. Şayet burada Fatiha okunacak kadar uzun bir sükûtu olsaydı bunu sahabiler mutlaka bilirlerdi ve bu bilgileri ve nakilleri başlangıç sükûtundan daha önemli olurdu. Fatiha'dan sonra yukarıda zikredilen hadislerde de ifade edildiği gibi bazen uzun bir sûre, bazen kısa bir sûre, bazen de orta bir sûre okurdu. Sûrenin ortasından ve sonundan başla­mazdı. Ancak başından itibaren okurdu; bazen başladığı sure­nin tamamını okurdu -ki çoğunlukla böyle yapardı-, bazen bir kısmını okur, kalanını ikinci rekâtte tamamlardı. Hiç kimse on­dan sabah namazının sünnetinin dışında bir sureden bir âyet veya diğerinden bir âyet okuduğunu nakletmedi. Sabah nama­zının sünnetinde şu iki âyeti okurdu: “Deyin ki biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub...'a indirilene iman ettik..” “Deki: Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin.” Bazen iki rekâtta bir sûre okur, bazen aynı sûreyi ikinci rekâtta tekrar eder, bazen bir rekâtte iki sûre okurdu. Birincisine örnek Aise'den rivayet edildi. Aişe, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir akşam namazında Araf suresini iki rekâta bölmek su­retiyle okudu. İkincisinin örneğini bir sabah namazında verdi ve her iki rekâtta da Zilzal suresini okudu. Her iki hadis sünenlerdedir. Üçüncüsünün örneği İbn Mes'ud'un söylediği şu söz­dür: “Vallahi ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in benzer sûrelerden hangilerini bir araya getirdiklerini biliyorum.” İbn Mes'ud bunu dedikten sonra her rekâtta ikişer sûre olmak üzere mufassal surelerden yirmi sûre saydı. Bu sahihaynda mevcut­tur. Sabah namazının kıraatini diğer namazlardan daha fazla uzatırdı. Yolcu değilken bu namazda okuduğu ondan akılda ka­lan en kısa sureler Kâf ve benzeri surelerdir. Sabah namazın­da ve akşamla yatsının ilk iki reâtında kıraati sesli yapar, diğer­lerinde gizlilik (içinden) okurdu. Bazen gizli okuyuşun da da âyeti onlara işittirirdi. Cuma gününün sabah namazında elif, lam, mim-secde ve hel-eta-İnsan surelerinin tamamını okurdu. Bunlardan sadece birisiyle yetinmez, sadece birinden bir bölüm, diğerinden bir bölüm şeklinde okumazdı. Cuma namazında Cu­ma ve Münafikun surelerinin tamamını okur, bunların sadece son bölümlerini okumazdı. Bazen el-A'la ve el-Gaşiye sureleri­ni okurdu. Bayram namazlarında Kaf ve Kamer surelerinin ta­mamını okurdu, bunların sadece sonlarını okumazdı. Bazen içinden okuduğu namazda secde suresini okur, secde âyetine geldiğinde secde eder, arkasındakiler de onunla beraber secde ederlerdi. Öğlen namazında secde suresi ve otuz âyet kadar okurdu. Bir seferinde A'la-Leyl-Buruc-Tarık ve benzeri sureleri okurken, başka bir seferinde Lokman ve Zariyat surelerini okurdu. Namazın birinci rekâtında hiç ayak sesi duyulmaymcaya kadar (namaza gelenler kesilinceye kadar) kıyamda dururdu. Aynı şekil­de her namazın birinci rekâtını ikinci rekâtından daha uzun kılar­dı. İkindi namazının ilk iki rekâtında her bir rekâtta onbeş âyet kadar okurdu. Akşam namazında bazen Araf suresini, bazen Tur suresini, bazen Mürselat suresini, bazen Duhan suresini okurdu. Akşam namazında Kâfirun ve Kulhuvallahu ahad surelerini oku­duğu da rivayet edilmiş, fakat İbn Mâce bu rivayette tek kalmıştır. Belki de raâvilerden birisi onun akşam namazının sünnetinde bun­ları okumuş olmasını yanlışlıkla akşam namazında okurdu diye rivayet etmiştir. Veya “sünnet” kelimesi nüshadan (yazılırken) düş­müştür. Yine de doğrusunu Allah bilir. Yatsı namazında Tin ve İze's-semaunşekkat surelerini okur, arkasındakilerin hepsi secde âyeti gelince onunla birlikte secde ederdi. Yatsı namazında Şems ve benzeri sureleri de okurdu. Kıraati bitirdiği zaman kendine gel­mek için az bir süre sükût ederdi. Peygamber (s.a.v.)’ın Rükuu Sonra iftitah tekbirinde kaldırdığı gibi ellerini kulaklarının alt ucu hizasına kadar kaldırırdı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in rükû için tekbir aldığı nasıl sağlam yollarla bize kadar rivayet edilmişse bu da ondan sahih yolla rivayet edilmiştir. Hat­ta burada ellerini kaldırdığını rivayet edenler ilk tekbiri rivayet edenlerden daha fazladır. Sonra “Allahuekber” der ve eğilerek rükûa varırdı. Ellerini dizlerinin üzerine koyar ve onlarla dizlerinden iyice kavrardı. Parmaklarının arasını açar, dirseklerini yanlarından uzaklaştırır­dı. Sonra dik ve yere paralel vaziyette durur, başını sırtının hi­zasında tutar, başını kaldırmaz ve aşağı doğru da indirmezdi. Sırtını uzatır onu toplamazdı. Sonra “Subhane Rabbiye'l-Azim” (Büyük Rabbimi noksanlıklardan tenzih ederim) derdi. “Subhane Rabbiye'l-Azim ve bihamdihi” dediği de rivayet edilmiştir. (Büyük Rabbime hamdederek O'nu bütün noksanlıklardan ten­zih ederim, demektir.) Ebû Dâvûd dedi ki: “Korkarım ki bu fazla­lık iyi muhafaza edilmemiştir. Bazen bir kimsenin bunu on defa söyleyeceği kadar rükûda dururdu. Bazen bundan daha fazla, bazen daha az dururdu.” Bazen rükûda şöyle derdi: “(Allah'ım sana hamdederek her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Allah'ım beni bağışla.)” Bazen şöyle derdi: “O çokça teşbihe ve çokça takdise layıktır. O meleklerin ve Cebrail’in Rabbidir.” Bazen şöyle derdi: “Allah'ım sana rükû ettim. Sana iman ettim. Sana teslim oldum. Sana tevekkül ettim. Kalbim, kulağım, gözüm, kanım, etim, kemiğim, sinirim alemlerin Rabbi Allah için saygıyla eğil­di.” Bazen de şöyle derdi: “Kudret, hükümranlık, büyüklük ve yücelik sahibini tüm noksanlıklardan tenzih ederim.” Onun rükûu uzunlukta ve hafif­likte kıyamıyla uyumlu idi. Bu, diğer hadislerde de açıktır. Peygamber (s.a.v.)’in Rükûdan Doğrulması Sonra “semiallahu limen hamideh” (Allah kendisine hamd edeni işitti) diyerek başını rükûdan kaldırdı. Ellerini rükûya va­rırken kaldırdığı gibi rukûdan kalktığı zaman da kaldırırdı. Ayakta doğrulduğu zaman “Rabbena leke'l-hamd” (Rabbimiz hamd senin içindir) derdi. Bazen de şöyle derdi: “Allah'ım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yeryüzü dolusu ve bundan sonra dilediğin şeyler dolusu hamd sanadır. Ey övgü ve şeref sahibi! Bir kulun -ki hepimiz senin kulunuz- söylediği en doğru söz şudur: Allah'ım! Senin verdiğine kimse mani olamaz. Senin engellediğini kimse veremez. İtibar sahiplerine senin ya­nında itibarları fayda vermez.” Bazen de şunları ilave ederdi: “Allah'ım! Beni karla, dolu ile vesoğuk su ile temizle. Al­lah'ım beni günahlarımdan ve hatalarımdan beyaz elbiseyi kir­den temizlediğin gibi temizle.” Bu rüknü o kadar uzatırdı ki hatta onu gören birisi galiba unuttu derdi. Gece namazında bu rükünde “li Rabbi'l-hamdu, li Rabbi'l-hamdu” (Hamd Rabbim içindir, hamd Rabbim içindir) derdi. Nasıl Secde Ederdi? Sonra tekbir afır ve secdeye kapanırdı. Ellerini kaldırmaz­dı. Dizlerini ellerini koymadan önce koyardı. Vail İbn Hucr ve Enes İbn Malik ondan naklen böyle dediler. İbn Ömer, onun ellerini dizlerinden önce koyduğunu söyledi. Ebû Hureyre'den gelen rivayette ihtilaf edildi. Sunenlerde geçen Ebû Hureyre ha­disinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Biri­niz secdeye giderken dizlerinden önce ellerini koysun, deve çö­küşü gibi çökmesin.” el-Makberî’nin Ebû Hureyre'den rivayeti­ne göre ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bi­riniz secdeye vardığı zaman ellerinden önce dizleriyle başla­sın.” Ebû Hureyre'den gelen rivayetler çelişkilidir. Vail İbn Hucr ile İbn Ömer’in rivayetleri arasında da çelişki vardır. Bir grup insan İbn Ömer hadisini, bir grup insan da Vail İbn Hucr hadisi­ni tercih etmiştir. Bir grup da nesh yolunu tutmuş ve şöyle demiştir: Başlangıçta ellerini dizlerinden önce koyuyordu. Sonra bu önce dizlerin konulması şeklinde nesh edildi. Secdeye giderken önce ellerin konulması emri mensuh, ellerden önce dizlerin ko­nulması emri nasihtİr görüşünü delillendirirken İbn Huzeyme’nin tuttuğu yol budur. İbn Huzeyme sonra bunu İsmail İbn İbrahim b. Yahya b. Seleme b. Kuheyl'den; o babasından, o da Mus'ab b. Sa'd'dan rivayet etti. Mus'ab şöyle demişti: Biz elleri dizler­den önce koyardık, fakat dizleri ellerden önce koymamız emre­dildi. Şayet bu rivayet kesin ve doğru ise bu konuda yeterli bir delildir. Fakat Yahya b. Seleme b. Kuheyl’in münkerleri olduğu­nu Buhârî söyledi. Yahya b. Main onun kendisinden hadis yazıl­maya değecek bir kişi olmadığını söyledi. Nesâî onun hadisinin metruk olduğunu söyledi. Bu kıssada Yahya ve diğerleri yanıldı. Ancak babası kanalından Mus'ab b. Sa'd'dan öğrenilen şey el­lerin dizler üzerine konulmasıyla rükûdaki uygulamanın neshi­dir. Ravi bunu muhafaza edemedi ve dizlerden önce ellerin ko­nulması mensuhtur dedi. Ellerin önce konulmasını savunanlar şöyle dediler: İbn Ömer hadisi sahihtir, çünkü onu Ubeydullah, Nafi'den, o da İbn Ömer'den rivayet etmiştir. İbn Ebî Dâvûd de­di ki: Bu, hadisçilerin görüşüdür. Dediler ki: “Onlar bunu başka­larından daha iyi bilirler. Çünkü bu sadece bir nakildir.” Dediler ki: “Bu, Medine'lilerin rivayet ettiği bir sünnettir. Onlar bunu baş­kalarından daha iyi bilirler.” İbn Ebî Dâvûd dedi ki: “Onların bu konuda iki senedi vardır. Birincisi Muhammed b. Abdillah b. Hasen’in Ebu'z-Zinad'dan, onun el-Arac'dan, onun Ebû Hurey­re'den rivayetidir. İkincisi ed-Diraverdi’nin Ubeydullah'tan, onun Nafî'den, onun İbn Ömer'den rivayetidir” Dediler ki: Vail b. Hucr hadisi de iki kanaldan gelmiştir, ikisi de illetlidir. Bunlar­dan birisinde Şerik vardır. Şerik rivayetinde tek kalmış bir kişi­dir.” Darekutnî dedi ki: “Şerik tek başına rivayet ettiği şeyde kuv­vetli değildir. İkincisi Abdulcebbar b. Vail’in babasından yaptığı rivayettir. Halbuki o, babasından onu işitmemiştir.” Dizlerin önce konulmasını savunanlar ise şöyle dediler: Vail b. Hucr hadisi, Ebû Hureyre ve İbn Ömer hadisinden daha kesindir/sağlamdır. Buhârî dedi ki: Ebu'z-Zinad'ın, el-A'rac'tan, onun Ebû Hureyre'den rivayet ettiği hadisin mütâbii yoktur (yani aynı hadisi başka bir sahabiden rivayet eden başka bir ravi yoktur). Hadisin senedinde Muhammed b. Abdillah b. el-Hasen’in Ebû'z-Zinad'dan hadis dinleyip dinlemediğini bilmiyo­rum. el-Hattabî dedi ki: Vail b. Hucr hadisi ondan daha sağlamdır. Dedi ki: “Bazı âlimler onun mensuh olduğunu söylediler. Bu sebeple Tirmizî onu hasen olarak nitelendirmedi, garib olduğuna hükmetti. Vail’in hadisini hasen olarak nitelendirdi.” Dedi­ler ki: “Peygamber sallollahu aleyhi ve sellem, Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği hadiste “devenin çöküşü gibi çökmesin” dedi. Deve çöktü­ğü zaman dizlerinden önce ellerini (ön ayaklarını) yere koyma­ya başlar. Bu yasaklama, ellerini dizlerinden önce koysun sözü­nü problemli hale getiriyor. Hatta ona aykırı düşüyor. Bu aykırı­lık, ilave sözün iyi muhafaza edilmediğinin delilidir. Belki de ila­ve cümledeki eller ile dizler kelimelerinin yerleri bazı ravilerce yanlışlıkla değiştirilmiş olabilir. Dediler ki: Bunun tercih edilmesinin iki ayrı nedeni daha vardır: Birincisi Ebû Davud'un rivayet ettiği İbn Ömer hadisidir. İbn Ömer, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kişinin namazda ellerine dayanmasını yasakladığını rivayet etmiştir. Lafızda, kişinin namazda (ayağa) kalkarken elleri­ne dayanmasını yasakladı, ifadesi vardır. Kuşkusuz dizlerinden önce ellerini yere koyduğu zaman onlara dayanmış olacaktır. Böylece namazın bir bölümünde ellerine dayanan kişi durumuna düşmüş olacaktır. Secdeye varırken ellerine dayanması ile yerden kalkarken dayanması benzer ve aynıdır. İkincisi, namaz kılan kişi yere inerken onun azalarından önce yere yakın olanı iner, sonra üstteki azası iner, sonra onun üstündeki iner böylece vücudunun en üstündeki azaya kadar -ki yüzüdür- sırayla yere indirir. Başını secdeden kaldırdığı zaman önce vücudunun en üstündeki azasını kaldırır, sonra onun altındaki azasını kaldırır, neticede en son kal­dırdığı azası dizleri olur. Allahu alem. Secdelerin Şekli Sonra alnı, burnu, iki eli ve ayaklarının ucu üzerine secde eder, ellerinin ve ayaklarının parmaklarıyla kıbleye yönelirdi. Avuç içlerine dayanır/yere koyar, dirseklerini kaldırır, koltuk altlarının beyazı görününceye kadar pazularını yanlarından uzaklaştırır, karnını baldırlarından, baldırlarını bacaklarından uzaklaştırırdı. Secdelerinde itidalli olurdu/ne aceleci, ne de ya­vaş olurdu. Sarığın sargısı üzerine secde etmeyecek şekilde doğrudan yüzünü namaz kıldığı yere iyice yerleştirirdi. On tane sahabi kendisini dinlerken Ebû Humeyd es-Saidî şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namaza kalktığı za­man ayakta dimdik durur, ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Rükûa varmak istediği zaman (da) ellerini omuzları­nın hizasına kadar kaldırır sonra “Allahuekber” diyerek tekbir alırdı. Başını ne aşağıya indirir, ne de yukarı kaldırırdı, mutedil bir şekilde tutardı. Ellerini dizlerinin üzerine koyardı. Sonra “Semiallahu limen hamiden” der ve her organ kendi yerine dönünceye kadar itidalli bir şekilde (ne hızlı, ne yavaş) başını kaldırır ve doğrulurdu. Sonra “Allahuekber” diyerek secdeye inerdi. El­lerini yanlarından uzak tutardı. Pazularını karnından açardı. Ayak parmaklarını açar, sonra (sol) ayağını yayar, üzerine otu­rur ve her kemik yerine yerleşinceye kadar itidalli bir şekilde doğrulurdu. Sonra (tekrar) “Allahuekber” diyerek secdeye kapa­nırdı. Sonra ayağını yayar ve her organ yerine yerleşinceye ka­dar üzerine otururdu. Sonra kalkar ve ikinci rekâtta da bunun aynısını yapardı. Nihayet iki secdeden kalktığı zaman tekbir alır ve namaza başlarken yaptığı gibi ellerini iki omuzlarının hizası­na kadar kaldırırdı. Sonra namazı bitireceği rekâta kadar aynı şeyleri yapar, son rekâta oturduğunda sol ayağını geriye alarak makatı üzerine otururdu.” Secdelerinde “Subhane Rabbiye'l-A'la” derdi. Buna “Ve bi hamdi”yi ilave ettiği de rivayet edilmiştir. Bazen secdelerde şöyle derdi: “Allah'ım! Sana secde ettim. Sana iman ettim ve sana tes­lim oldum. Yüzüm, kendisini yaratan ve şekil veren, kendisine göz ve kulak açan (Allah'a) secde etti. Yaratanların en güzeli olan Allah, yüceler yücesidir.” Şöyle dediği de olurdu: “Allah'ım sana hamdederek, seni tüm noksanlıklardan te­niz ederim. Allah'ım beni bağışla.” Şöyle de derdi: “Allah'ım sana hamdederek seni tüm noksanlıklardan ten­zih ederim. Senden başka ilah yoktur.” Bazen şöyle derdi: “O çokça teşbih ve takdis edilendir. O, meleklerin ve Ruh'un Rabbidir.” Bazen şöyle derdi: “Allah'ım günahlarımızı, hepsini, küçüğünü, büyüğünü, öncesini, sonrasını, gizlisini ve aşikârını bağışla.” Bazen de şöyle derdi: “Allah'ım! Gazabından rızana, cezalandırmandan affına, senden yine sana sığınırım. Sana olan övgüleri sayamam. Sen kendini övdüğün gibisin.” Secdelerini kıyamına uygun bir şekil­de yapardı. Sonra ellerini kaldırmaksızın “Allahuekber” diyerek başını kaldırırdı. Sonra sol ayağını yayar, onun üzerine oturur, sağ ayağını diker ve ellerini uyluklarının üzerine koyardı. Sonra şöyle derdi: “Allah'ım beni bağışla ve bana merhamet et. Beni doğru yola ilet ve bana yardım et. Bana rızık ver ve beni yücelt.” Ha­disin bir başka lafzında “vecburni” (bana yardım et) yerine “ve afini” (bana afiyet ver) kelimesi geçer. Bu hadisi İbn Abbas rivayet etmiştir. Huzeyfe dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem iki secde arasında “Rabbiğfirli” (Rabbim beni affet) derdi. Peygamber iki secde arasında o kadar çok otururdu ki onu gö­ren kimse “galiba unuttu” veya “galiba yanıldı” derdi. Fasıl Secdelerden Ve Teşehhüdden Kalkışı Sonra ellerini kaldırmaksızın tekbir alır ve secde eder. İkincisinde de birincide yaptığı gibi yapar. Sonra tekbir alarak başını kaldırır, dizlerine ve uyluklarına dayanarak ayaklarının ucu üzerinden ayağa kalkar. Malik b. el-Huveyris dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazın tek rekâtlarında (rekâtı tamamladığında secdelerden sonra) bir müddet oturmadıkça ayağa kalkmazdı.” Buna istirahat oturması denilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bunu yaptığı kesindir. Fakat bunu elleri­ni yanlarından uzaklaştırması ve diğerleri gibi namazın sünnet­lerinden ve unsurlarından biri olarak mı yapardı, yoksa yaşlan­dığı ve şişmanladığı için bir ihtiyaçtan dolayı mı yapardı? İki sebepten dolayı ikincisi daha kuvvetli bir ihtimaldir. Birincisi bu­nunla Vail İbn Hucr'un rivayet ettiği “Rasûlullah secde ettiği za­man ellerinden önce dizlerini koyardı, ayağa kalkarken de diz­lerinden önce ellerini kaldırırdı” hadisi ile Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği “Rasûlullah ayaklarının sırtı ile kıyama kalkardı” hadisi uzlaştırılmış olmaktadır (yani muhtemeldir ki birincisini sağlıklı iken, ikincisini yaşlı iken yapardı). İkincisi onun namaz­daki fiillerini ve davranış şekillerini gözlemlemeye çok istekli olan sahabiler de ayaklarının sırtı ile kıyama kalkarlardı. Abdullah İbn Mes'ud namazda ayaklarının sırtı ile kıyam eder ve oturmazdı. Bunu ondan Beyhaki rivayet etti. Bunu Beyhaki, Atıyye el-Avfî kanalından İbn Ömer'den, İbn ez-Zubeyr'den ve Ebû Said el-Hudri'den de rivayet etmiştir. İbn Mes'ud'dan yaptığı rivayet sahihtir. Bu kalkışta ellerini kaldırmazdı. Kalkışını ta­mamladığı zaman beklemeden hemen kıraate başlardı. Kıraate de elhamdulillahi rabbi'l-alemini okuyarak başlardı. İki secde arasında oturduğu gibi birinci teşehhüdde de (sol ayağını) ya­yarak oturduğu zaman sol elini sol dizinin üzerine, sağ elini sağ uyluğunun üzerine koyar, şehadet parmağıyla işaret eder, orta parmağını halka şekline getirerek baş parmağını onun üzerine getirir, şehadet parmağını hafif eğerek kaldırır ve onunla Rabbinin birliğine şahitlik ederdi. Ebû Davud'un İbn Abbas'tan rivayet ettiği bir hadiste, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “İşte ihlas böyledir” ve “işte dua böyledir.” Peygamber bunu söylerken başparmağından sonraki parmağıyla işaret ediyordu. Sonra ellerini omuzlarının hizasına kadar uzatarak kaldırdı ve “İşte yakarış böyledir” buyurdu. Bunu söylerken elerini uzatarak kaldırdı. Ebu Dâvûd bu hadisi mevkuf olarak rivayet etti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem daha sonra şöyle dedi: “Selamlar, dualar ve bütün güzel şeyler ancak Allah'adır. Ey Peygamber! Selam sana, Allah'ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selam bize ve Allah'ın salih kullarına. Allah'dan başka ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, ortağının olmadığına şahitlik ederim ve Muhammed’in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sahabilerine Kur'an'ı öğrettiği gibi bunu da öğretiyordu. Şöyle de diyordu: “Mübarek selamlar, dualar ve bütün güzel şeyler ancak Allah'adır.” Bu, İbn Abbas’in teşehhüdüdür. Birincisi İbn Mes'ud'un teşehhüdü olup daha tamdır. Çünkü İbn Mes'ud'un teşehhüdü değişik cümleleri ihtiva eder. İbn Abbas’in teşehhüdü ise bir cümleyi ihtiva eder. İbn Abbas’in teşehhüdü ise bir cüm­leyi ihtiva eder. Ve yine Buhârî ve Müslim'de vav ilavesi olduğu halde rivayet edilmiştir. Bunu da sahabilerine Kur'an'ı öğrettiği gibi öğretirdi. İbn Ömer bunu Rasûlullah’tan “et-tahiyyatu lillahîssalavatu't-tayyibat” şeklinde rivayet etmiştir. Bu konuda da­ha başka çeşitler vardır, hepsi caizdir. Bu oturumu gayet kısa keser hatta sanki kızgın bir taşın üzerinde otururmuş gibi olur­du. Sonra tekbir alıp ayağa kalkar, üçüncü ve dördüncü rekât­ları kılar ve bunları İlk iki rekâttan daha hafif/daha kısa tutardı. Bunlarda Fatiha'yı okurdu, bazen Fatiha'ya (başka surelerden) ilavede bulunurdu. Fasıl Rasulullah (s.a.v.)’in Kunutu Bir topluluğa dua edeceği veya bir topluluğa beddua edece­ği zaman kunutunu (duasını) son rekâtta başını rükûdan kaldırdık­tan sonra yapardı. Humeyd, Enes'ten naklen şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ay boyunca namazda rükûdan sonra Ri'l ve Zekvan kabilelerine beddua etti.” İbn Şîrîn dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve seliem sabah namazında mı kunut yaptı?” Enes dedi ki: “Evet rükûdan biraz sonra” İbn Şîrîn, Enes'ten nak­len şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ay boyunca sabah namazında rükûdan sonra Usayye kabilesine beddua ede­rek kunut yaptı.” Bu hadisin sıhhatinde Buhârî ve Müslim ittifak etmişlerdir. Bunlar Enes'i en iyi bilen kimselerdi. Onun rükûdan sonra kunut yaptığını haber verdiler. Humeyd, Enes'ten rivayet etti ve dedi ki: Enes'e kunut sorulmuştu. O şöyle cevap verdi: “Biz rükû­dan önce ve rükûdan sonra kunut yapardık.” Bu kunutla kast edi­len şey kıyamın uzatılmasıdır. Enes’in haber verdiği şeyin aynısını Ebû Hureyre şöyle haber vermiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem rükûdan sonra kunut yaptı; “Semiallahu limen hamîdeh” dediği zaman secdeye varmadan önce şöyle dedi: “Allah'ım! Ayyaş b. Rabia, el-Velid İbn el-Velid, Seleme İbn Hişam ve güçsüz müminle­ri kurtar.” İbn Ömer, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sabah namazının son rekâtında başını rükûdan kaldırıp “semiallahu limen hamideh Rabbena ve leke'l-hamd” dedikten sonra “Allah'ım! filan ve filan şahıslara lanet et” dediğini söyledi. Hadis onun rükudan sonra kunut yaptığı ve ortaya çıkan bir durumdan dolayı kunut yapıp sonra bunu terk ettiği konusunda ittifak halindedir. Sonra Enes akşam ve sabah namazlarında kunut yapıldığını söyle­di. Bunu Buhârî rivayet etti. el-Bera dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah ve akşam namazlarında kunut yapardı. Bunu Müslim rivayet etti. Ebû Hureyre öğle, yatsı ve sabah namazları­nın son rekâtlerinde “semiallahu limen hamideh” dedikten sonra müminlere dua ederek ve kâfirlere lanet okuyarak kunut yaptı ve şöyle dedi: “Size mutlaka Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in na­mazına yakın bir namaz kıldıracağım.” Bunu Buhârî anlattı. Ahmed dedi ki: İkindi namazı yatsı namazının yerinedir. İbn Abbas dedi ki: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hiç aralık vermeden öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının ardında, son rekâtte “se­miallahu limen hamideh” dedikten sonra, birbiri ardınca tam bir ay süreyle kunut yaptı. Bu kunutunda Suleymoğullarından bir kabi­leye beddua etti. Arkasındakiler de onun bedduasına amin dedi.” Bunu Ahmed ve Ebû Dâvûd rivayet etti. Gördüğün gibi bütün ha­disler kunutun son rekâtte rükûdan sonra yapıldığında ve düzen­li/devamlı değil, gelip geçici olduğunda ittifak etmişlerdir. Müslim’in, Enes'ten rivayetine göre Rasûlullah sallallahu aley­hi ve sellem Arap kabilelerinden bazı kabilelere beddua ederek ku­nut yaptı, sonra bunu terk etti. İmam Ahmed'deki rivayete göre bir ay boyunca kunut yaptı, sonra bunu terk etti. Ebû Malik el-Eşcaî dedi ki: “Babama şöyle demiştim: Babacığım, şüphesiz sen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Ebû Bekir’in, Ömer’in, Os­man'ın ve burada Kûfe'de Ali’nin arkasında yaklaşık beş sene namaz kıldın, onlar kunut yaparlar mıydı?” O şöyle cevap verdi: “Ey oğulcuğum! Bu sonradan ihdas edilmiş bir şeydir.” Tirmizî dedi ki: Bu hadis sahihtir. Bunu Nesâî şu lafızlarla rivayet etti: (Ebû Malik el-Eşcai’nin babası dedi ki:) Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kıldım, kunut yapmadı. Ebû Bekir’in arkasında namaz kıldım, kunut yapmadı. Ömer’in arkasında na­maz kıldım, kunut yapmadı. Osman'ın arkasında namaz kıldım, kunut yapmadı. Ali’nin arkasında namaz kıldım, o da kunut yap­madı. Sonra şöyle dedi: “Ey oğulcuğum! Bu bir bid'attir.” Sabah namazında kunut yapılmasını mekruh görenler bu hadislerle ve Enes’in “Sonra onu terk etti” sözüyle delil getirdiler ve sabah na­mazında kunut yapmanın mensuh olduğunu (hükmünün kaldırıl­dığını) söylediler. Rükûdan önce kunut yapılmasının müstehap ol­duğunu söyleyenlerin delili sahabilerden ve tabiîlerden gelen bu­nunla ilgili haberlerdir. Ebû Dâvûd et-Tayâlisî dedi ki: Bize Said b. Ebî Arûbe haber verdi, o Ebû Recâ'dan, o Ebû Miğfel'den onun sabah namazında rükûdan önce kunut yaptığını rivayet etti. Malik, Hişam b. Urve'den, o da babasından naklen dedi ki: Hişam'ın babası rükûdan önce kunut yapardı. Esbağ b. el-Ferac, el-Haris b. Miskîn ve İbn Ebî'l-Ömer dediler ki: Bize Abdurrahman İbn el-Kasım anlattı ve şöyle dedi: “Malik'e sabah namazındaki kunut soruldu, yani bu sana tuhaf gelmiyor mu?” denildi. O şöyle cevap verdi: “İnsanların eskiden beri rükûdan önce kunut yaptıklarını gördüm. Dedim ki: Sen kendin hangisini alıp uyguluyorsun?” Dedi ki: “Rükûdan önceki kunutu.” Dedim ki: “Vitirdeki kunuta ne dersin?” Dedi ki: “Onda kunut yoktur.” Kunutun rükûdan sonra yapılmasını müstehap görenler, onun rükûdan sonra yapılması gerektiğini açıklayan hadislerin ta­mamının sahih olduğu kanaatine varmışlardır. el-Esram dedi ki: Ebû Abdillah'a şöyle dedim: “Bir adam Enes’in rivayet ettiği hadis hakkında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in herhangi bir musi­bet olmaksızın rükûdan önce kunut yaptığını söylüyor (ne der­sin)?” Ebû Abdillah şöyle dedi: “Buna muhalefet eden ondan başka kimseyi bilmiyorum.” Dedim ki: “Hişam, Katade'den, o da Enes'ten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in rükûdan sonra kunut yaptı­ğını nakletti. Eyyub, Muhammed'den şöyle dediğini nakletti. Eyyub, Muhammed'den şöyle dediğini nakletti: (Kunut konusunda) Enes'(in ne yaptığını) sordum, Hanzale es-Sudûsî, Enes'ten dört çeşit rivayette bulundu. Ebû Abdillah'a denildi ki: Diğer hadisle­re göre kunut sadece rükûdan sonradır değil mi?” Dedi ki: “Evet, fakat hepsi de önemsizdir, onlar nerede, Ebû Hureyre nerede?” Ebû Abdillah'a dedim ki: “O zaman kunut rükûdan sonradır diyen hadisler sahih olduğu halde rükûdan önceki kunuta niçin izin ve­rildi?” Dedi ki: “Sabah namazındaki kunut rükûdan sonradır. Vitir­deki kunutu rükûdan sonra yapmayı tercih edebilirsin. Kim vitrin kunutunu rükûdan önce yaparsa Rasûlullah'ın ashabı yaptığı ve bu konuda ihtilaf ettikleri için bunda bir beis yoktur. Sabah na­mazındaki kunuta gelince bu rükûdan sonradır, Rasûlullah'ın bu namazda yaptığı kunut bir musibet sonucu yaptığı kunuttur, da­ha sonra bunu terk etmiştir. Yapılması da sünnettir, terk edilmesi de sünnettir. Bütün hadisler buna delâlet eder, sünnet de bununla ittifak halindedir.” Abdullah b. Ahmed dedi ki: “Babama hangi namazda kunut yapılır?” Diye sordum. Dedi ki: “Vitirde rükûdan sonra yapılır. Bir kimse Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet edilene uymak için sabah namazında kunut yaparsa za­yıf ve güçsüzlere dua etmek için kunut yapar, bunda da bir beis yoktur. Bir kimse İnsanlara dua etmek ve Allah'tan onlara yar­dım istemek için kunut yaparsa bunda da bir beis yoktur.” Ebû Sevr'i, Ebû Abdillah Ahmed b. Hanbel'e şöyle derken işittim: “Sa­bah namazında kunut yapmak hakkında ne dersin?” Ebû Abdîllah dedi ki: “Kunut sadece sıkıntı ve musibetler sebebiyle yapılır.” Ebû Sevr ona dedi ki: “Hangi musibet, bizim şu içinde bulundu­ğumuz musibetten daha büyüktür?” Dedi ki: “Böyle olduğu zaman kunut yapılır.” el-Esram dedi ki: “Ebû Abdillah'a sabah namazın­daki kunutu sordum.” Dedi ki: “Evet, meydana gelecek bir olay se­bebiyle (sabah namazında kunut yapılır.) Nitekim Rasûlullah sal­lallahu aleyhi ve sellem de bir topluluğa beddua etmek için kunut yapmıştır.” Ona dedim ki: “Sesini yükseltir mi?” Dedi ki: “Evet, arkasındakiler de amin der. Peygamber böyle yapmıştır.” el-Esram dedi ki: “Ebû Abdillah'ın sabah namazındaki kunut rükûdan son­ra yapılır dediğini işittim. Ona sabah namazındaki kunut sorul­duğu zaman şöyle dediğini duymuştum: Müslümanların başına bir iş geldiği zaman imam kunut yapar, arkasındakiler de amin derler.” Sonra şöyle dedi: “Şu kâfirin yani Babek’in yüzünden İn­sanların başına gelen şey gibi.” Abdus b. Malik el-Attar dedi ki: “Ebû Abdillah Ahmed b. Hanbel'e sordum ve dedim ki: Ben Bas­ra'da garip bir adamım. Bizim burada bir topluluk bir takım şey­lerde ihtilaf ettiler. Onların ihtilaf ettikleri konularda senin görü­şünü öğrenmek istiyorum.” Dedi ki: “İstediğini sor.” Dedim ki: “Bas­ra'da bir topluluk kunut yapıyor, kunut yapanın arkasında na­maz kılmayı nasıl görürsün?” Dedi ki: “Müslümanlar kunut yapan­ların arkasında da, kunut yapmayanların arkasında da namaz kılarlardı. Kunuta bir harf bile ilave ederse ya da inna nesteînuke veya azabe'l-ciddi ve nahfidu gibi bir dua ile ederse, sende namazda olursan hemen onu kes/bırak.” Fasıl Son Teşehhüdde Peygamber (s.a.v.)’e Salavat Getirmek Peygamber (s.a) ümmetine namazlarının son teşehhüdünde kendisi için saiâvat getirmelerine ve şöyle demelerine hükmetti: “Allah'ım! İbrahim'e ve İbrahim’in ailesine salât ettiğin gi­bi Muhammed'e ve Muhammed’in ailesine de salât et. Şüphesiz sen çokça hamdedilen, şan ve şeref sahibisin. Allah'ım! İbrahim'i ve İbrahim’in ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed'i ve Muhammed’in ailesini de mübarek kıl. Şüphesiz sen, çokça hamdedilen, şan ve şeref sahibisin.” Peygamber, onlara ce­hennem azabından, kabir azabından, ölümün ve hayatın fitne­sinden ve Mesih Deccal’in fitnesinden Allah'a sığınmalarını em­retti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Bekir es-Sıddık'a namazında şöyle dua etmesini öğretti: “Allah'ım! Ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen affedersin. Katından bir mağfiretle beni bağışla ve bana merhamet eyle. Şüphesiz sen gafursun (çok affedicisin) ve ra­himsin (çok merhametlisin).” Teşehhüdle selam arasında söyle­diği en son şeylerden birisi de şudur: “Allah'ım! Yaptığım ve yapacağım, gizli ve aşikâr işledi­ğim, aşırı gittiğim ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı ba­ğışla. Sen mukaddimsin (öne alansın) ve muahhirsin (geciktiren­sin). Senden başka ilah yoktur.” Sonra “es-selamu aleyküm ve rahmetullahi” diyerek sağı­na selam verir ve “es-selamu aleykum ve rahmetullahi” diyerek soluna selam verir. Bu, yirmibeş sahabiden rivayet edilmiştir. Selam verdiği zaman şunları söylerdi: “Allah'tan mağfiret dilerim (üç defa). Allah'ım! Sen selamsın, selamet sendendir. Ey celal ve ikram sahibi! Sen yüceler yücesisin.” “Allah'tan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. O herşeye gücü yetendir. Al­lah'ım verdiğine mani olabilecek, vermediğini de verebilecek kim­se yoktur. İtibar sahibine itibarı senin katında fayda vermez.” “Allah'tan başka ilah yoktur. Ancak O'na ibadet ederiz. Nimet O'nun, fazilet O'nundur. Güzel övgüler O'nadır. Al­lah'tan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Kâfirler hoşlanmasa da dini yalnız O'na has kılarız.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ümmetinin namazdan sonra subhanallah, elhamdülillah ve Allahuekber demelerine hükmetti. Ukbe İbn Amir'e her namazdan sonra Felak ve Nas surelerini okumasını emretti. Nesâî, Ebû Hureyre'den Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dediğini rivayet etti: “Kim her namazdan sonra âyete'l-kürsi'yi okursa onun cennete girmesini ölümden başka hiçbir şey engelleyemez.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem daima öğlen namazının farzından önce dört rekât farzından sonra iki rekât namaz kılardı. Herhangi bir gün meşguliyetinden dolayı bunları kılmadığı zaman ikindi namazından sonra bunları kılardı. Öğleden sonra kıldığı iki rekâtın dörde tamamlanmasının müstehap olacağını söyledi ve şöyle dedi: “Öğleden önce dört rekât, öğleden sonra dört rekât kılmaya devam edene Allah cehennemi haram eder.” Tirmizî bu­nun sahih bir hadis olduğunu söyledi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ikindi namazının farzından önce bir namaz kıldığına dair kendisinden sahih bir hadis nakledilmedi. Bununla beraber sünenlerde onun şöyle söylediği rivayet edildi: “İkindiden önce dört re­kât kılan kişiye Allah merhamet etsin.” O, akşamın farzını kıldık­tan sonra iki rekât, yatsıdan sonra iki rekât ve sabah namazından önce de iki rekât kılardı. Böylece farzlara bağlı olarak kıldığı sünnetlerin toplamı on iki rekâttir. Farzların toplamı ise onyedi rekâttır. Geceleyin on rekât namaz kılardı. Bazen de oniki rekât kı­lar bir rekât da vitir kılardı. Farzlar, bunların sünnetleri, gece na­mazı ve vitr olmak üzere günde devamlı kırk rekât namaz kılardı. Sabah ve ikindi namazlarından sonra dua etmek onun sünneti de­ğildir. Yukarıda da geçtiği gibi onun sünneti, namazın içinde ve selamdan önce dua etmektir. En iyi bilen Allah'tır.
 
 
  Bugün 12821 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol